Cumartesi, Temmuz 29, 2006

Şimdi muhalifliğin sırası değil!


A. Selim Tuncer, İsrail saldırıları sonucu yaşanan çocuk cinayetlerine dikkat çekmiş ve tepki göstermiş. İşte buna muhalefet edemem.

Çarşamba, Temmuz 26, 2006

“Biz güzellik üretmek için yola çıkmıştık 70’li yıllarda...” diyorlar. Üretebildiniz mi?

A. Selim Tuncer’in fotoğraflarını nerden buluyorsun diye soranlar vardı. İşte kaynaklarımdan birini açıklıyorum. “Biz güzellik üretmek için yola çıkmıştık 70’li yıllarda...” diyen arkadaşı (ilk fotoğrafta, sağda) Süleyman Yüzübenli’nin bloğu... Ben de onlara soruyorum: “Üretebildiniz mi?”

Soruyu başka türlü de sorabilirim: “Ürettiniz de ne oldu?”

selim tuncer
selim tuncer
selim tuncer
selim tuncer
selim tuncer

Salı, Temmuz 25, 2006

Pazar, Temmuz 23, 2006

Ne? Kusursuzluk “kusur” muymuş?

Kusursuz olmak eşyanın tabiatına aykırıymış. Peki. Kusursuzluk algılamasının rölatif olduğunu da kabul ediyorum. O zaman kusursuzluk kusurundan kurtulunca nasıl kusursuz oluyoruz? Cümledeki birinci kusursuz sözcüğüyle ikincisi arasında ne fark var? Birincisi rölatifti de ikincisi değil mi? Kusur ne demek öyleyse? Offf, kafam karıştı.


Bu “sorunsal”ı önce felsefeciler çözsün de, sonra sen de bir tarafından markayla falan ilinti kurmaya soyunursun Selim Bey! Yoksa çözmüşlerdi de benim mi haberim olmadı?

Perşembe, Temmuz 20, 2006

Rizeli bir başbakan döneminde Çaykur özelleştirilebilir mi?

Bugünlerde Çaykur Genel Müdürü Ekrem Yüce’nin beyanatları gözüme çarpınca aklıma A. Selim Tuncer’in “Marka odaklı bir özelleştirme yaklaşımı önerisi: Bir türlü özelleştirilemeyen Çaykur” başlıklı yazısı geldi. Çaykur ömründe ilk kez tatmin edici oranda kâr etmiş de, özelleştirme kapsamından çıkarılmış. Öyle ki, sanki zarar etseydi, özelleştirmek için canla başla çalışacaklardı sanırsınız. Ya da sanki özelleştirme gerekliliğinin gerekçesi zarar etmekmiş gibi! Şimdiye kadar özelleştirilen her kamu şirketi zarar mı ediyordu yani?

A. Selim Tuncer de kendince bir özelleştirme yaklaşımı önerisi sunmuştu bu yazısında. Koskoca Çaykur’un (ya da Özelleştirme İdaresi Başkanlığı diyelim) aklı fikri yok da senden mi akıl alacak, biiir. Sonra, Çaykur’u özelleştirmek isteyen mi var, ikiiii!

Bir kere Çaykur’un arkasında kim(ler) vardır, düşünsene... Bence fikrini kendine sakla, Sayın Tuncer!

Çarşamba, Temmuz 19, 2006

Bilim itina ile kanırtılır: “Analarımızın, kız kardeşlerimizin üzerimizdeki emeğini nasıl reddederiz?”

Bu kadar iş güç ve A. Selim Tuncer’in yeni postaları varken bu konuya çakılıp kalmak istemiyorum, ama sağda solda kışkırtıcı bilgi ve yorumlar görünce kendimi tutamıyorum. Jazzetta’dan öğrendiğime göre Malum Muhalif ve Hakkı Devrim dışında, Elif Şafak ve Bülent Korucu da kadınlarımızı aşağılayan lafların lügatlerden çıkartılmak istenmesi abukluğuna parmak basmışlar.

Ben bu işi biraz yarım kulak dinlemişim anlaşılan... TDK Başkanı’ndan meğer daha ne inciler dökülmüş. Başlıktaki “Analarımızın, kız kardeşlerimizin üzerimizdeki emeğini nasıl reddederiz?” incisini Sayın Başkan saçmış, Elif Şafak hatırlatmış. Bana da bir iyilik yapsanıza Sayın Başkan! Bu işi bırakın, PVC pencere veya çelik tencere işinde daha fazla para varmış!

Bilimin yalakalık yaptığını da mı görecektik Allahım? Ya da bu bilim mi? Ya da bu, AB’ye falan mı yapılıyor acaba, AB’den fazla AB’ci AB’ci?

Salı, Temmuz 18, 2006

Hakkı Devrim de muhalefetin hakkını vermiş... Ağzına sağlık!

Rastlantıya bakın ki, TDK’nın abuk niyetiyle ilgili olarak Hakkı Devrim’le neredeyse aynı şeyleri düşünmüş ve yazmışız. Ben onun Radikal’deki “Bir deyim canavarımız eksikti” başlıklı yazısını görmemiştim (vallahi), o da benimkini görmüş olamaz, çünkü ondan üç gün sonra yazmışım. Ben “Dil sizin babanızın malı mı?” diye sormuştum, Hakkım Devrim “Siz sözlüklerdeki deyimleri, meselleri babanızdan kalmış miras mı sandınız ki, bunların bir kısmını (kullanmamak da değil) sözlüklerden çıkarıp atma yetkisini buluyorsunuz kendinizde? İşitmemiş olalım!” demiş. Helal olsun.

Ayrıca Devrim’in yazısının sonunda da Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel’in bir ifadesi yer alıyor. Ben yazımın sonunu “Yapmanız gereken işleri hakkıyla yapsanıza!” diyerek bağlamışım, Sayın Özel de konuyla ilgili olarak “TDK asıl yapması gerekenler yerine ilgi çekmek için yöntemler icat ediyor.” demiş.

Yabancı sözcüklerin yazılışları konusunda TDK-Dil Derneği tartışmasının absürdlüğünden sonra, şimdi Dil Derneği kendini doğru poziyonlamış. Bu kez ona da helal olsun.

Pazartesi, Temmuz 17, 2006

Bu adam Malum Muhalif’in sözünü dinleyip nihayet memleket için hayırlı bir iş yaptı!

Birkaç posta önce demiştim ki: “Sen ki ilk kuşak reklamcılardan olarak kırk küsur yıldır reklam sektörünün ıcığını cıcığını bilen adamsın. Hatıralarını yaz, reklamcılık tarihini yaz, eski usulleri, eski âdâb-ı muâşereti yaz, Merkez Ajans’ı, Ada Ajans’ı, Parajans’ı, Pamukbank’ı, Milli Piyango’yu, siyah-beyaz reklam filmlerini, pikajı, montajı, eski adam gibi adamları, ne bileyim bizim bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz şeyleri yaz da hep beraber müstefid olalım.”


Şahin Tekgündüz, tabii ki benim bu ikazım üzerine gerekeni yapmış ve Mah-Zen isimli bir blog açmış. Hep muhalefet edecek değiliz ya! Bakın böyle olumlu gelişmelere de vesile oluyoruz yani.

Memleket için hayırlı olsun.

Pazar, Temmuz 16, 2006

Dil sizin babanızın malı mı?

Neye niyet, ne kısmet. Bu memlekette muhalefet edecek o kadar şey varken ben de kendime öyle bir misyon seçmişim ki yani! Neyse, onlar da nasiplerini alsınlar. Bugünlerde TDK ve Dil Derneği’nin abuk tartışması devam ededursun, birkaç gün önce televizyonun birinin gece haberlerinde kulağıma Türk Dil Kurumu lafı çalınca dikkatimi çekti, haberi ilgiyle dinledim. Nerdeyse yalnızca küçük dilimi değil, büyük dilimi de Agop’un kazı gibi yutuverecektim o anda.

Neymiş efendim, Türk Dil Kurumu kadın ayrımcılığını ifade eden “eksik etek”, “kaşık düşmanı”, “kadının sırtından köteği karnından bebeği eksik etmeyeceksin” gibi deyimleri sözlüklerden çıkaracakmış.

Öncelikle şunu söyleyeyim, bu kadın yalakalığı en fazla kadınlara zarar vermeye başladı gibi geliyor bana. Tüm işlerimizde olduğu gibi burada da kadına rağmen kadın gibi bir saçmalık oluşmaya başladı. Ve kadınlar, sürekli sahiplenilmesi gereken, sürekli kol kanat gerilen, kendi ayakları üzerinde duramadıkları için sürekli payanda olunan canlılar olarak algılanmaya başlandı. Buna öncelikle kadınlarımızın karşı çıkması ve kendi haklarını savunurken bu gibi saçmalıklara prim vermemeleri gerekir.

Kadınla erkek arasında ayrımcılık, tarih boyunca erkeğin fiziksel kaba gücü ve sosyal konumu nedeniyle oluşmuştur. Toplumlardaki güç odaklarıyla zayıf katmanlar arasındaki ayrımcılıktan da zerre kadar bir farkı yoktur. Ne zaman ki kaba güç, yerini başka değerlere bırakır, o zaman bu sorunlar da çözülür. Eğer bu ayrımcılığı ortadan kaldırmak gibi samimi bir niyetiniz varsa böyle bir paradigma değişikliğini sindirmeniz gerekir. O zaman erkeklerle kadınlar arasındaki ayrımcılık ortadan kalkacağı gibi, erkeklerle erkekler, kadınlarla kadınlar, yoksullarla zenginler, toplumlarla devletler arasındaki ayrımcılıklar da ortadan kalkar. Var mısınız?

Gerisi yalandan yere bir yalakalıktan ibarettir.

Evet, ataerkil toplumlarda kadınlara karşı böyle aşağılayıcı sıfat ve yakıştırmalar vardır. Türk toplumunda da var. Bunların yakışıksız olduğunu elbette kabul etmeliyiz. Zaten aklı başında kimsenin de bunları kullandığını söyleyemeyiz. Ancaaak, buna karşı kadınların da ellerinin soğan doğradığını kimse iddia edemez. Onlarda da, bir savunma mekanizması olarak erkekleri aşağılayan ne yakası bağrı açılmadık laflar var. Bunları da savunamayız. Ama, tabii ki inkar da edemeyiz.

Bilim, objektif olmak zorundadır. İncelediği “vaka”ya karşı dost ya da düşman olamaz. Toplumda benzer sözcük ve deyimler kullanılıyorsa bunlar bal gibi sözlüklerde yer alır/almalıdır. İdeolojik davranamazsınız.

Belki bu gibi sözcükleri ortalama toplum ahlakı zaviyesinden kategorize edebilirsiniz. Zaten sözcüklerin yanına “kaba” falan gibi ibareler koyarak bunu yapıyorsunuz. Ama bir sözcük ya da deyim halk arasında kullanılacak ve bu sözlüklerde yer almayacak, akıl alır gibi değil. Dil sizin babanızın malı mı ki keyfinize göre o sözcüklere yer vermem, bu sözcüklere yer vermem gibi bir irade kullanacaksınız?

Yapmanız gereken işleri hakkıyla yapsanıza!
***
Hulki Aktunç’un Argo Sözlüğü’nden sonra Filiz Bingölçe’nin Metis Kitap Yayınları arasında Hulki Aktunç’un sunuşuyla Kadın Argosu Sözlüğü yayımlandı. Bu eser hakkında müstehcenlikten dolayı dava açılmış ve beraat etmişti. Hem benzer bir zihniyetin yansıması hem de kadınların erkekler hakkındaki aşağılayıcı ifadelerinin neler olduğunu görmeniz bakımından, eğer 18 yaşından büyükseniz inceleyebileceğiniz bir link veriyorum. Erkekler kadınlarınkine alınmasın, kadınlar da erkeklerinkine... Ne diyeyim?

Bu eserle ilgili olarak İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Özkan’ın imzasını taşıyan bilirkişi raporu da mahkemeye sunulmuştu: “Filiz Bingölçe’nin eseri edebî eser olmayıp bir argo sözlüğüdür. Bu tür sözlükler her dilde mevcuttur. Ayrıca bu çalışma, sözlü kültürümüzde var olan ve onu kullanan insanların hayattan ayrılmasýyla kaybolup gidecek olan dil malzemesinin yazıya geçirilerek kalıcılığının sağlanmasına da büyük katkı sağlamaktadır. Bu tür çalışmalar bir dilin görünen yönünün ötesinde, ne kadar canlı ve zengin anlatım olanaklarına sahip olduğunu göstermesi açısından da büyük önem taşımaktadır.”

İşte bilimsel tavır ve işte bilim adamı.

Cuma, Temmuz 14, 2006

Malum Muhalif iz sürmeye devam ediyor: Sizce bu “anonymous” birisi Şahin Tekgündüz olabilir mi?

Hazır Türkçe konularına girmişken kafama takılan bir konuyu gündeme getirip sizden yardım isteyeyim dedim.

A. Selim Tuncer aylar önce AKP’nin “herşey Türkiye için” sloganını eleştiren, daha doğrusu buradaki “herşey”in yanlış yazıldığı, “her şey” biçiminde yazılması gerektiği uyarısını yapan “Eğer ‘her şey Türkiye için’se, lütfen şu ‘herşey’i düzeltelim” başlıklı bir yazı yazmıştı. Tabii koskoca AKP onu mu dinleyecek! Kimsenin umurunda bile olmadı.. Ama benim konum bu değil.


Birçok konuda birbirine ters düşen A. Selim Tuncer ve Şahin Tekgündüz bugünlerde Türkçe’yle ilgili olarak mutabakat içindeler ya, bunun da tam bir mutabakat olduğu konusunda doğrusu kuşku duyuyorum. A. Selim Tuncer’in yukarıda sözünü ettiğim yazısının yorum bölümünde A. Selim Tuncer’le “Birisi” adlı bir “anonymous” arasında uzun bir tartışma var. Vallahi ben bu “anonymous”un Şahin Tekgündüz olduğundan kuşkulandım. Kuşkulandım, ama yazıdan kriminolojik çıkarsamalar yapacak bir birikime sahip değilim.

Bu nedenle size sormak istedim.

Perşembe, Temmuz 13, 2006

Namusunu korumak istiyorsan eteğini rüzgardan sakınacaksın!


Ne kadar muhalif olursam olayım, ben bu adamların dil konusundaki duyarlılıklarını beğeniyorum. Şimdi, doğruya doğru! Bu konuda A. Selim Tuncer biraz daha mezhebi geniş gibi duruyorsa da, yazarken özenli davrandığını söyleyebilirim. Şahin Tekgündüz ise tam bir asabi ihtiyar...

Dil Derneği ile Türk Dil Kurumu bir konuda birbirine girmiş; yabancı kaynaklı sözcükler Türkçe’de nasıl yazılsın diye... Dil Derneği okunduğu gibi, Türk Dil Kurumu ise kendi dilinde yazıldığı gibi yazılsın diyesiymiş.

Haydaaa! Yahu önemli olan bunların girmemesi değil mi? Namus elden gittikten sonra ha öyle girmiş, ha böyle girmiş, ne farkeder ki?

Osmanlıca’da da böyle bir karmaşa vardı, biliyor musunuz? Alfabe aynı diye Arapça’dan ve Farsça’dan giren sözcükler orijinal yazılışlarıyla giriyordu Türkçe’ye... Yani Türkçe’de olmayan seslerin karşılıkları olan haflerle yazılıyordu kimi sözcükler: Ayın gibi, peltek se gibi, tı gibi falan...

Koca koca adamlar, kadınlarsınız... Allahaşkına, girenin şekliyle ilgileneceğinize girip girmemesiyle ilgilensenize. Girmesine izin vermeyin yani! Namusunuzu şeklen kurtaramazsınız.

Şahin Tekgündüz haklı. Bu arada A. Selim Tuncer’in bir başka bloğa, benzer bir konuda yaptığı yorumu saptadım. Ona da bakabilirsiniz. Yani muhalif dediysek...

Çarşamba, Temmuz 12, 2006

“Zıtların dengesi”ymiş!

Ali Sağlam, bloğunda Tekgündüz-Tuncer zıtlığını öve öve bitirememiş. Malum Muhalif’in muhalefet alanını zorla genişletiyorlar; Ali Sağlam da çürük çıktı!

Ne yapsam bu adamlara yarıyor yahu! Madem öyle, alın bir zıtların dengesi, bana göre dengesizliği daha: A. Selim Tuncer’le Şahin Tekgündüz bu kez de İlber Ortaylı yüzünden kapıştılar.

| Türk entelijansiyasının değişim simgesi bir egosantrik ve Özkök’ün korkusu...

Antik Yunan mozaik sanatının nadide parçalarından biri... Antik Yunan sitelerinde dinsel, siyasal ve tecimsel yaşam, yani kısaca kamusal yaşam agoralarda oluşmaktadır. Burada kamu sorunlarının tartışılmasına sitelerde yaşayan herkes değil, ancak vatandaşlık statüsüne sahip insanlar katılabilmekteydi. Antik Yunan’daki sitelerin yerine bugün internet üzerindeki sanal agora siteleri ortaya çıkmakta, bu siteler katılımcı ve doğrudan demokrasinin tartışma platformu olmaktadır. Bu konunun Tekgündüz ve Tuncer’le bir ilgisi var sanmayın! Hani tartışma deyince...

Pazartesi, Temmuz 10, 2006

Bu adamların aynı ortamda bulunduklarını aklınız alıyor mu?

Söz Şahin Tekgündüz nâm zât-ı muhteremden açılmışken... Allahaşkına, şu yazıyı ve yorumları, daha doğrusu Tekgündüz-Tuncer münazarasını bir okuyun, bu adamların aynı ortamda bulunup nasıl iş yaptıklarına gelin de şaşırmayın!

Bu münazaraların devamı gelecek. Görüyorsunuz ki çalışıyorum, tespit ettikçe...

selim_tuncer
Bu adamların nedense birlikte çekilmiş fotoğraflarını ele geçiremedim. O nedenle böyle bir çalışma yaptım.

Cumartesi, Temmuz 08, 2006

Ben bu Eşekarısı’nı sokarım! O beni sokmadan...

Şahin Tekgündüz’ü bilirsiniz. Reklam sektörünün eskilerinden olan bu zat-ı muhterem, aynı zamanda A. Selim Tuncer’in mesai arkadaşı olup ajansta genel müdürlük vazifesini itâ ve ifâ etmektedir. Muhterem Tekgündüz, onu tanıyan arkadaşlarımın anlattığına göre birçok gence taş çıkartırcasına Freehand, Photoshop, Quark gibi grafik ve fotoğraf programlarına hakim olduğu gibi blog icat olunduğunda hemen blog sahibi olmayı da ihmal etmemiştir. Blogunun adı Eşekarısı... Blogunun işlevini kendi ağzından dinleyelim:

ÖZELLİKLE DİLİ DOĞRU KULLANMA VE KENDİ DİLİNE SAHİP ÇIKMA BİLİNCİNDEN VE SORUMLULUĞUNDAN YOKSUN ORTAMLARDA BELİRİR VE BİLEREK YA DA BİLMEYEREK BU ORTAMIN GELİŞMESİNE KATKIDA BULUNANLARI ÖNCE İNCELİKLE UYARIR. ASIL GÖREVİNİN DE BU OLDUĞUNA İNANIR. ANCAK UYARILARA RAĞMEN AYMAZLIKTA DİRENENLERİ KOLLAMAYA DEVAM EDER VE DİLLERİNİ İLK ÇIKARTTIKLARINDA VAR GÜCÜYLE SOKUP ZEHRİNİ SONUNA KADAR AKITIR. ARTIK SORUN ZEHİRLENEN DİLLERİNDİR.


Bu Eşekarısı bir gün beni de sokar diye korkmuyor değilim, ama mevzu bu değil. Zat-ı muhterem, her gün üşenmeden çeşitli günlük mevkûtelerden kesip sken ettiği kupürleri (Doğru mu yazdım Hocam? Doküman yazmayı da bilirim bak! Demirdöküm’ün dökümanı gibi yazmam.) bloğunda neşreder, bu kupürlerdeki imlâ hatalarını ifşâ eder. Elinden gelse imhâ edecek, amma heyhât ki o imkânı bulamayıp kendi kendini yer durur. Ekseriyetle de Hürriyet gazetesine takar. Daha çok dil hataları o mevkûtede midir, yoksa muhteremin Hürriyet’le bir alıp veremediği, bir nizâsı mı vardır, bilinmez.

Aslında muhalif ve asabi husûsiyetlerinden nâşi bu muhtereme bir ünsiyet beslemediğimi söylersem hilâf-ı hakikat olur. Biraz da kendime benzetmiyor değilim. Amma, diyeceğim o ki, dil mevzuları senin nene be muhterem!

Tamam pekâlâ, pek güzel! Dil mevzularından anlıyorsun, faydalı ikazlarda bulunuyorsun, fakat gördüğün gibi seni dinleyen mi var? Hakkı Devrim’i, Yavuz Bülent Bakiler’i, Nihad Sâmi Banarlı’yı, Ömer Asım Aksoy’u, bir de briççi vardı, neydi adı, neydi neydi, hah Şiar Yalçın’ı dinleyen mi oldu da şimdi seni dinlesinler? Boşver amca bu işleri!


Sen ki ilk kuşak reklamcılardan olarak kırk küsur (Bak ‘küsur’u da doğru yazdım!) yıldır reklam sektörünün ıcığını cıcığını bilen adamsın. Hatıralarını yaz, reklamcılık tarihini yaz, eski usulleri, eski âdâb-ı muâşereti yaz, Merkez Ajans’ı, Ada Ajans’ı, Parajans’ı, Pamukbank’ı, Milli Piyango’yu, siyah-beyaz reklam filmlerini, pikajı, montajı, eski adam gibi adamları, ne bileyim bizim bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz şeyleri yaz da hep beraber müstefid olalım.

Eşekarısı bir gün zehirli iğnesini bize sokmadan uzaklaş buralardan, destûr!

NOTLAR:
1.
Bu yazıda zat-ı muhteremin kıl olduğu eski kelimeleri çok kullandım. Ama galiba imlâ hatası yapmadım.
2.
Yukarıdaki fotoğrafta sakallı dede Şahin Tekgündüz, ortada görünen iki çocuk A. Selim Tuncer’in oğulları Sina ve Semih, sağdaki genç delikanlı ise Reklamın Sokak Çocuğu’nun yazarı, Reklam Yaratıcıları Derneği eski başkanı Kemal Sezer’dir.
3.
Bu fotoğrafta A. Selim Tuncer niye yok? Muhtemelen o masanın karşı tarafında... Belki fotoğrafı da o çekmiştir. Ayrıca onun fazla fotoğrafını bulamazsınız. Ancak ben bulurum.
4.
Malum Muhalif’in muhalifi bazı arkadaşlar ‘header’daki Tuncer fotoğrafını nerden bulduğumu soruyorlardı. Google grafik aramada görünmüyor, ama adresini tespit ettiğim ve gizli tuttuğum birkaç sitede mebzul miktarda A. Selim Tuncer fotoğrafı var.
5.
Yakında bu fotoğraflardan sizin için yayımlamayı düşünüyorum. Elimde A. Selim Tuncer’in komünist komünist bıyıklı fotoğrafları bile var. Hatta, bir aile faciasına neden olmak istemem, ama sevgilisiyle çekilmiş gizli fotoğrafları da ele geçirdim. Talep durumuna göre yayımlayıp yayımlamamaya karar vereceğim. Kamuoyuna mal olmuş adamların özel hayatı olmaz (diyorlar!)

Cuma, Temmuz 07, 2006

A. Selim Tuncer, Halkbank’ın iddialarını cevapladı

Ben bu konuda tarafsız kalmak istiyorum. İşte A. Selim Tuncer’in Halkbank’a cevabı... Başka konulara bakalım.

Çarşamba, Temmuz 05, 2006

A. Selim Tuncer’in ActiveLine’da yayınlanan Halkbank’la ilgili cevabını da verelim ki kimse objektifliğimizden kuşku duymasın!

A. Selim Tuncer’in Pamukbank yazısına Halkbank yönetiminin gösterdiği tepkinin belgesini burada yayınlamıştık. (İki posta önce...) Dergi baskıdan çıktı, gördük ki A. Selim Tuncer de bir cevap yazmış. Adam kendi bloğunda yayınlamıyor, bari biz ilgilenelim. Kuru kuruya muhalif olmadığımızı ve burada objektif yayıncılık yaptığımızı göstermek için bu yazıyı da yayınlıyoruz:

Anlaşılan o ki, Halkbank’ta değişen bir şey yok!

Geçen ayki yazımda Pamukbank markasının “heba” edildiği iddiasını dillendirdiğimi hatırlayacaksınız.

Kulağıma gelen bilgilere göre Halkbank yönetimi bu yazıya çok ciddi tepki göstermiş. Dava haklarını saklı tutmak kaydıyla da ActiveLine’da yayınlanmak üzere cevabi bir yazı göndereceklermiş. Dergi yönetimi, elbette Halkbank’ın cevabi yazısını yayınlayacaktır. Belki de bu sayıda bu yazıyla karşılaflacaksınız. (Ben de buradan duyurusunu yapmış oluyorum ki, okur sayısı artsın.)

Buraya kadar herhangi bir sorun yok. Elbette tepki gösterebilirler. Ben nasıl bir vakayla ilgili eleştiri yapabiliyorsam, onlar da benim yazımı eleştirebilir, kendilerini savunabilirler.

Tabii, yazılarımızı dergi baskıya girmeden önce verdiğimiz için bu yazıyı okuyup bu sayıda cevap verme şansım yok. Sizinle birlikte okuyacağım. Zaten cevap vermeyi gerektirecek bir durum var mı, onu da bilmiyorum. Düşünce temelinde olmak kaydıyla her türlü tartışmaya da açığım.

Ancak, yine bana aktarılığına göre banka yönetimi bu yazıda “kasıt” olduğunu iddia etmekteymiş.

1.
İlk yazımın girişinde de ifade etmiştim: “Yazmanın omuzlarınıza yüklediği sorumluluk, vicdanınızın sürekli gerçeği aramasını sağlar. Her ay, bu yazıarın “etkili” olması ancak ve ancak doğrular üzerine inşa edilmesine bağlı olduğu gibi, olumlu veya olumsuz “tepki”ler içeren düşüncelerimin yer aldığı yazıarın da bir karşı tepki yerine düşünce ufuklarını açmayı sağlaması yalnızca böyle mümkündür.” Öncelikle şunu belirteyim ki, bu sütunlar bana yalnızca emanet edilmiştir. Böyle bir iddianın bu emanete hıyanet ettiğim anlamı taşıyacağı muhakkaktır. Banka yönetimi bilmeyebilir, ama beni tanıyanlar çok iyi bilirler ki, böyle ucuz yollara başvurarak bana emanet edilmiş bir yerin namusunu kirletecek, kişisel amaçlarla kullanacak bir kişiliğe sahip değilim. Ayrıca, onlar öyle vehmedebilirler, ama banka yönetimiyle kişisel bir hesabım yok.
2.
Kendileriyle tanışma imkanı bulmuştum. Bu tanışmaya vesile olan olay da, kişisel değil, mesleğimi ve meslektaşlarımı ilgilendiren, hatta meslek örgütlerinin el koymasını gerektiren bir “skandal”di. Kendileri ve ilgili departmanları olayın vehametini tahmin ve takdir edecek bir deneyime sahip olmadıkları için küçümsemişler, doğrusu ben de bunu bildiğim için büyütmemiştim. Yazılı cevaplarında bir kasıt ve düşmanlık ithamında bulunuyorlarsa, umarım sadece imayla bırakmamışlar, bu olayı da ayrıntılarıyla aktarmışlardır. Eğer bir imadan ibaretse, ayrıntıları ben aktarmak zorunda kalırım.
3.
Bu Pamukbank meselesi ilk kez gazetelere yansıdığında, Halkbank murahhas azalarından biriyle karşılaşmış ve doğru olup olmadığını sormuştum. Sanırım şimdiki yönetim henüz iş başına bile gelmemişti. O zaman da yazıda ileri sürdüğüm benzer görüşleri dile getirmiştim. Hatta bu sohbete bankacılık sektöründen birkaç isim de katılmıştı.
4.
Tabii Halkbank’ın bugünkü durumunun müsebbibi bu yönetim olmadığı gibi Pamukbank operasyonuyla ilgili irade de tek başına kendilerinde değildir. Zaten yazımdaki görüşler kendilerine yönelik de değildir. Bu ölçekte bir tepki gösterip Halkbank’ın tüm sevabı ve günahını üstlenmeleri de doğrusu büyük bir fedakarlık örneğidir.
5.
Yazım, yalnızca bir vaka analizinden ibarettir. Ben yazdım diye Pamukbank geri de gelmeyecektir. Dileğim, kendilerine yakışmayacak böylesine çirkin bir iddiayı dile getirmemiş olmalarıdır.

Fikirlerimin eleştirilmesini ise doğrusu bir katkı olarak görürüm.

A. Selim Tuncer, Halkbank’ın tepkisine karşı bir cevap verecek olursa sizleri yine öcelikle buradan haberdar ederiz.

Salı, Temmuz 04, 2006

Şaşkın Kuş... Adı üstünde, şaşkın kuş işte!

Şaşkın Kuş’un biri cüret edip Malum Muhalif’e sataşmış. Diyesi ki: “Geçenlerde gezinirken gözüme yeni bir blog çarptı. Adamın biri, Selim Tuncer diye birisine muhalefet yapmak için bir blog açmış. Adını da Malum Muhalif koymuş. Ya bu bizim ülkemizde insanlar bir garip. Selim Tuncer denen beyin sayfasına da gidip baktım. Gayet güzel ve düzeyli yazılar var. Bu Malum Muhalif, ülkede muhalefet yapılacak onca şey varken, gitmiş güzel güzel yazılar yazan bu Selim Tuncer'i kendine hedef seçmiş. E gel de şaşırma şimdi..”

Şaşkın Kuş, bir yandan da bloğunun işlevini şöyle tanımlıyor şaşkın şaşkın: “Artık şaşırmamam gerekiyor, biliyorum, alışmış olmalıyım ama olmuyor işte. Şaşırmaya devam ediyorum. İşte Şaşkın Kuş bu şaşkınlıklarımı anlattığım, dumur köşem.”

Peki Kuş, sen şaşırmaya devam et!